Anasayfa
Blog
Randevu Al
Whatsapp

Kaygı Ne Demek? Kaygı İle Nasıl Başa Çıkılır?

Kaygı Ne Demek Kaygı İle Nasıl Başa Çıkılır psikolog sahika izgi yilmaz terapi online istanbul

Kaygı Ne Demek? Kaygı İle Nasıl Başa Çıkılır?

Picture of Şahika İzgi Yılmaz

Şahika İzgi Yılmaz

Tüm Yazılar

Anksiyete, halk arasında kaygı, endişe, tasa, evham, vesvese veya sıkıntı gibi farklı ifadelerle dile getirilen, zaman zaman hafif bir huzursuzluktan bazen ise derin bir bunaltıya kadar varabilen karmaşık bir duygudur. Yaşamın kaçınılmaz bir parçası olan kaygı tarih boyunca farklı perspektiflerden ele alınarak incelenmiştir. İlk olarak Psikanalitik Kuramın Kurucusu Freud, 19. Yüzyılda “kaygı nevrozu”  kavramını ortaya atarak kaygıyı tanımlamaya başlamıştır. Freud için kaygı, içgüdülerden gelen tehlike durumunun algılanması ile ortaya çıkan bilinçdışındaki çatışmaların ve bastırılmış arzuların dışavurumudur. Davranışçı Kuram ise kaygı kavramını, öğrenilmiş bir tepki veya olumsuz bir pekiştirmenin sonucu olarak değerlendirmektedir. Varoluşçu Psikoloji ise bireyin ölüm, yalnızlık, özgürlük ve anlam arayışı gibi varoluşsal gerçeklerle yüzleşmesi ile kaygılandığını savunur.  Bilişsel Psikoloji Kuramına göre ise kaygı bireyin gerçekdışı düşüncelerinin, çarpıtılmış düşünce kalıplarının veya felaketleştirme eğilimlerinin bir yansıması olarak ortaya çıktığını vurgular. Hümanistik Kuram ise kaygıyı bireyin kendi potansiyeline ulaşmasını engelleyen içsel ve dışsal faktörlerin ortaya çıkardığı bir zorlantı olarak ele alır.

Yıllar içerisinde çeşitli tanımlar kaygının yalnızca bir sorun olarak değil bireyin kendini anlama ve geliştirme sürecinin bir parçası olarak değerlendirmeyi sağlamıştır. Peki o zaman bu durum kaygıyla başa çıkmayı neden kadar zor hale getirmektedir?   Burada önemli olan kaygının işlevsel ve işlevsiz etkilerinin ayırt edilmesidir. Çünkü kaygı doğru yönetildiğinde harekete geçiren, farkındalık yaratan ve bireyin potansiyelini gerçekleştirmesi için itici güç olan; aşırı veya kronik hale geldiğinde ise bireyin yaşam kalitesini ve işlevselliğini bozan bir durumdur. Psikopatolojik kaygı durumu Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabında (DSM 5) “Kaygı Bozuklukları” başlığı altında tanımlanmaktadır.

Kaygı Bozukluğu Nedir?

Kaygı genel olarak tehdit ya da tehlike durumlarına karşı oluşan ve bireyi bu durumlara hazırlayan doğal bir tepkidir. Stresli durumlara karşı verilen bu normal tepki bedensel, duygusal ve bilişsel sinyaller aracılığıyla bireyi uyarır ve harekete geçmesini sağlar.  Ancak kaygının işlevselliği bozulduğunda ve yoğunluğu kontrol edilemediğinde bu durum “kaygı bozukluğu” olarak adlandırılmaktadır. Kaygı bozukluğu bireyin endişe, gerginlik veya korku duygularına karşı uyarıcı olan sinyallerin bozulduğu bir durumdur. Örneğin sınav kaygısı birçok öğrenci için işlevsel bir kaygıdır. Düşük not alma korkusu öğrenciyi derslerini dikkatle dinlemeye,  sınavlarını aksatmadan çalışmaya ve test çözmeye teşvik eder. Ancak aynı sınav kaygısı işlevsiz hale geldiğinde öğrenci ders çalışmayı ertelemeye, sınav korkusu ile konsantrasyon güçlüğü çekmeye, baş dönmesi, nefes darlığı veya mide bulantısı gibi fizyolojik belirtiler yaşamaya başlayabilir.  Bu durum kaygı sinyallerinin aşırı ve sürekli hale gelmesine ve bireyin sosyal ve akademik işlevselliğinin bozulmasına yol açar.

Kaygı bozukluğu fizyolojik belirtilerin yanında sıkıntı, heyecan, huzursuzluk ve korku gibi duyguların eşlik ettiği “aniden kötü bir şey olacakmış” şeklinde algılanan bir endişe halidir. Bu durum bilinçli olarak farkında olunan tehlike ya da tehdit durumlarına karşı ortaya çıkan korku duygusundan farklıdır. Korku tehlike karşında ortaya çıkan bir duygu iken kaygı bozukluğu ise o anda mevcut bir tehlike veya tehdit unsuru olmasa bile gelecekte beklenen tehdide yönelik hissedilen bir duygudur. Kaygı bozukluğu korku duygusuna göre bilinç düzeyinde tanımlanması daha güçtür. Her iki durum bireyin stresli yaşam olayına uyum sağlamasına yardımcı olur. Ancak kaygı bozukluğu durumunda korku, tedirginlik, sıkıntı ve gerginlik duyguları aşırı yoğun ve uzun süreli olarak yaşanır. Kaygı bozukluğu tedavi edilmezse bireyin yaşamında yetersizlik duygusu, fizyolojik rahatsızlıklar, sosyal işlev bozuklukları ve psikopatolojik bozukluklar meydana gelir.

Yüksek düzeyde kaygı yaşayan birey stresli yaşam olayını yeniden deneyimlememek için kaçınma davranışları sergiler. Bu durum bireyin işlevsiz kaygı yönetme becerileri oluşturmasına neden olur. Zamanla bu tür işlevsiz baş etme mekanizmaları, kaygının kronikleşmesine ve çeşitli kaygı bozukluklarının ortaya çıkmasına zemin hazırlar.

  • Kaygı yaratan olay ve ortamlardan kaçınmak “Agorafobi”, “Sosyal Kaygı” ve “Yaygın Kaygı Bozukluklarının” oluşumuna,
  • Kaygıyı azaltmak amacıyla tehlikeli veya stresli olaylar karşısında ritüel davranışlar sergilemek “Obsesif Kompulsif Bozukluğun” oluşmasına,
  • Kaygının tekrar ortaya çıkma ihtimalini tedirginlik, gerginlik ve korku ile beklemek “Beklenti Kaygısının” oluşumuna neden olmaktadır.

Kaygı bozukluğu tedavisi psikoterapi veya ilaç tedavisi ile yapılmaktadır. Uygun görülen durumlarda kaygı bozukluğu tedavisi ilaç tedavisi ile birlikte de yürütülebilir.  Kaygı terapi sürecinde bireye özel bir yaklaşımla planlandığında kaygı bozukluğu başarılı bir şekilde yönetilebilir ve birey duygusal olarak daha dengeli ve sağlıklı bir yaşam sürer.

Kaygı Bozukluğu Belirtileri

Kaygı bozukluğu çoğu zaman fark edilmeyecek bir şekilde hayatın içine sızar.  Ancak her zaman bir hastalık belirtisi olarak düşünülmemelidir. Kişinin sosyal yaşamı sırasında karşılaştığı farklı durumlarda da kaygı bozukluğu ortaya çıkabilir. Üniversitenin ilk günü, yeni işe başlama, iş başvurusu yapma, evlenme, sınava hazırlanma ya da çocuk sahibi olma da kaygı yaratan durumlardandır.     Kaygı zamanla hayatın içine yerleşir ve günlük işlevselliği yavaş yavaş bozar. Peki kaygı nasıl normal sınırları aşarak bir bozukluk haline gelmektedir? Bunu anlamanın en iyi yolu bireyin vücut sinyallerini tanıması ve bilişsel süreçlerinin farkında olmasıdır.

Kaygı bozukluğunun olan bireyler gün içerisinde üzüldükleri ve korktukları durumlara karşı aşırı duyarlıdırlar. Bu durum onları sürekli gergin hale getirmektedir. Gergin duygudurumla yaşamak bireyin konstantrasyonunu zayıflatarak hayatı ile ilgili karar vermede zorluklar yaşamasına neden olur. Üzüldükleri durum ortadan kalkmış olsa bile yeni kaygılanılacak bir durum tespit edilir ve yeni kaygı döngüsü oluşturulur. Birey uykusunda da yaşadığı kaygılı durumların etkisine maruz kalır bu nedenle uyku bozukluğu gibi güçlükler yaşar. Gece boyunca geçmişte yaptığı hatalara ya da gelecekte olması beklenen olumsuz durumlara odaklanır. Bu çarpıtılmış düşünceler bittiğinde ve uykuya geçildiğinde birey kaygı, korku veya üzüntü duygularının yoğun olduğu rüyalar görür. Ertesi sabah da bu duyguların eşliğinde uyanarak yeniden kaygılanmaya başlar.

Kaygı bozukluğu fizyolojik olarak bireyin bedeninde de sinyaller oluşturur. Birey vücudunun omuz ve boyun bölgelerinde kas gerilimleri hissetmesi, sık sık idrar yapma ihtiyacı duyması, uyku düzensizlikleri yaşaması, sürekli terlemesi, avuç içlerinin sürekli soğuk ve nemli olması fiziksel/bedensel belirtiler olarak görülür. Ayrıca herhangi bir nedene bağlı olmadan kan basıncının artması ve nabız hızının artması ve kalp krizi geçiriyormuş gibi hissedilmesi neden olan kalp çarpıntıları bedensel belirtiler arasındadır.

Kaygı bozukluğu bireyin üzüntü ve korku duygusunu tetikleyerek hem kendisine hem çevresindekilere duyduğu güveni zedeler. Bireyin olayları algılama biçimini ve çevresindeki kişilerle olan ilişkilerini olumsuz yönde etkiler. Sürekli tehdit altında hissetmek ve aşırı duyarlı olmak bireyin içsel kaynaklarına (başarıları, sevdiği yönleri, olumlu inançları vs.) olan inancını sarsmaktadır. Bu durum bireyin yalnızlık ve çaresizlik hislerini artırır. Kaygı bozukluğunun duygusal belirtileri arasında belirgin olarak endişe hali, huzursuzluk, sabırsızlık ve agresyon (öfke) sıklıkla görülmektedir. Bireyin zorlayıcı olan bu duygularla mücadele etmesi keyif alınan aktivitelere karşı ilginin azalmasına, yoğun suçluluk duygularına ve umutsuzluk hislerinin artmasına neden olur.

Kaygı bozukluğunun bireyin düşünce süreçlerini ve olaylara bakış açısını derinden etkilemektedir. Bu bilişsel belirtiler arasında en yaygın olarak bilinen gerçekdışı inançlardır.  Birey olumsuz stresli yaşam olayının kaçınılmaz olduğunu ve her durumda başına kötü bir şey geleceğine dair felaketleştirme senaryolarını oluşturabilir.  Bilişsel belirtiler bireyin yalnızca olayları algılama biçimini değil aynı zamanda karar verme, problem çözme ve odaklanma becerilerini de zayıflatır.

Kaygı bozukluğu belirtileri ve tedavisi patolojik durumun yoğunluğu, şiddeti ve süresine bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Hafif ve orta düzeyde kaygı tedavisi psikoterapi ile desteklense de zaman zaman ilaç desteği de gerektirebilmektedir. Şiddetli kaygı tedavisinde ise daha yoğun terapi çalışmalarına ve ilaç desteğine ihtiyaç duyulabilmektedir.

Stres ve Kaygı Bozukluğu Arasındaki Fark

Stres, sıklıkla bilişsel ve duygusal bir durum olarak tanımlanmaktadır. Ancak stres kavramının kökleri fizik ve mühendislik alanlarına dayanmaktadır. 17. Yüzyılın sonlarında Robert Hooke stresi, esnek cisme uygulanan ve cismi bozma eğilimi olan güç olarak tanımlamıştır. Fizik alanında kullanılan bu tanım psikoloji literatüründeki stres kavramı ile benzerlik göstermektedir. Stres, insanın biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörler arasındaki dengesinin tehdit edici uyaranlarla bozulması sonucu ortaya çıkan gerginlik veya uyarılmışlık durumudur. Bir cismin üzerine uygulanılan baskının cismi bozması gibi yaşamdaki zorlayıcı olaylar da bireyin duygusal tepkilerinin, fiziksel sağlığının ve sosyal işlevselliğinin bozulmasına yol açar.

Stres durumunda vücut bedeni tehlike unsurundan korumak ve savunmak için bedensel tepkiler oluşturur. Bunlar savaş ya da kaç tepkileri olarak bilinir. Vücut hayatta kalabilmek amacıyla kalp atışlarını hızlandırır, solunum hızını arttırır, kas gerginliğini arttırır boşa enerji harcamamak için sindirim sistemini yavaşlatır ve tehlike unsuruna daha iyi odaklanılması için göz bebeklerinin büyütür. Başlangıçta dengeyi korumak için ortaya çıkan bu tepkiler zamanla kas gerginliğin yoğunlaşması, çarpıntı hissinin kalp krizi hissine dönmesi, nefes almada güçlük, titreme, idrar kaçırma, sersemlik gibi zorlayıcı belirtiler olarak deneyimlenir. Birey bu belirti sinyalleri karşısında stres ile baş etme yöntemlerini kullanarak savaşabilir veya kaçınma tepkisi göstererek stresli durumdan uzaklaşabilir. Örneğin bir birey topluluk önünde bir konuşma yapmak için sahneye çıktığında kalp atışında hızlanma, terleme, hızlı solunum ve titreme gibi fizyolojik belirtiler yaşayabilir. Bunlar yaklaşan performansın getirdiği doğal bir tepkilerdir. Birey bu tepkileri dikkate alarak stresli durumla savaşabilir yani konuşmasına daha dikkatle hazırlanır, prova yapar ve enerjisini yüksek tutar. Ya da bu stresli durumdan kaçınır ve konuşma yapmaktan vazgeçer. Her iki sonuçta da stres azalır ve kısa süreli tepkilerle normale dönülür. Kaygı bozukluğunda ise dışsal bir tetikleyici durum olmak zorunda değildir.

Stres daha içsel deneyimlerin sonucudur. Kaygı bozukluğu olan birey gelecekte gerçekleşmesi beklenen olumsuz ihtimaller üzerine “Ya böyle olursa?” düşüncesini sıklıkla kullanır. Stres durumunda ise zaman çerçevesi “şu ana” yöneliktir. Şu anda yaşanan baskı ve tehdit ile ilgilidir. Streste fiziksel ve duygusal belirtiler tehdit edici unsur ortadan kalktığında azalır ve fizyolojik tepkiler yavaş yavaş normale döner. Kaygı bozukluğu belirtileri ise daha uzun süre devam etmektedir. Tehdit edici bir unsur veya stresli bir yaşam olayı yaşanmasa bile kontrol edilemeyen huzursuzluk hissi yoğun olarak görülür. Aynı örnek kaygı bozukluğu çerçevesinde incelendiğinde birey, topluluk önünde konuşma yapması gerektiğini öğrendiği günden itibaren yoğun endişe, huzursuzluk, korku, gerginlik hissetmeye başlar. “Ya herkes benimle dalga geçerse?” veya “Eğer konuşmamı unutursam rezil olurum.” gibi çarpıtılmış düşüncelerle zihni meşgul eder. Başa çıkma mekanizmaları zayıflayan birey sahnede şiddetli kaygı yaşayarak performansını olumsuz olarak etkiler. Nefesi daralır, dikkati dağılır ve kekelemeye başlar. Konuşma bitmesine rağmen birey bu düşünceler ile meşgul olmaya devam eder. Sürekli yaptığı hatalar üzerinde durur ve kendisini eleştirir. Bu örnekteki gibi yüksek işlevli kaygı tedavi edilmezse gelecekteki benzer durumları da tetikler. Hatta bireyin sosyal alanlardan uzaklaşmasına neden olan sosyal kaygı bozukluğunun gelişmesine de sebep olur.

Sonuç olarak stres genellikle çevresel tetikleyicilere bağlı ve geçici bir durumken kaygı bozukluğu daha derin, süreğen ve bireyin hayatını gelecek yaşantısında olumsuz yönde etkileyen bir durumdur.  Kaygı tedavi yöntemleri sayesinde bireyin hayatını yeniden şekillendirilmesine ve stresle baş etme becerilerinin geliştirilmesine yardımcı olmaktadır.

Depresyon ve Kaygı Bozukluğu Belirtileri Arasındaki Fark

Kaygı ve depresyon ayrı ayrı iki psikopataolojik durum olabileceği gibi sıklıkla birlikte görülmesi mümkün olan duygudurum bozukluklarıdır. Her iki duygudurum bozukluğu bireyin günlük yaşamını olumsuz etkileyen işlevselliğini azaltan, duygusal dengesini ve bilişsel sağlığını zedeleyen süreçlerdir.  Psikolojideki postmodern yaklaşımlar ve nörolojik görüntüleme çalışmalarında kaygı ve depresyonun ilişkili olduğunu vurgulanmaktadır. Özellikle beynin proferontal korteks ve hipokampus bölümündeki görülen nöral aktivasyon kaybı, kaygı ve depresyonun duygusal ve bilişsel işleyiş üzerindeki etkisini açıklamaktadır (Uzbay,2004). Kaygı bozukluğu ve depresyon birbirinden farklı psikopatolojik durumlar olsa da belirtiler kapsamından benzerlikler göstermektedir.

Depresyon genel tanımı ile kişide en az iki hafta boyunca görülen özgüvende azalma, hayattan zevk alamama, umutsuzluk ve isteksizlik halidir. Bu durum genellikle üzüntü, elem ve hüzün duyguların hâkim olduğu bir süreçtir. Ayrıca depresyon tedavi edilmediği müddetçe bu duygular iki yıla kadar uzayabilmektedir. Türkçapar’ın (2004) çalışması, depresyon tanısı alan bireylerin %75’inde aynı zamanda kaygı bozukluğu olduğunu göstermektedir. Bu yüksek oran iki duygudurum bozukluğunun sıklıkla bir arada görülmesine rağmen ayırt edici belirtilerinin doğru şekilde ela alınmasının önemli olduğunu göstermektedir.  Depresyon ve kaygı bozukluğu belirtileri arasındaki farkı şu şekilde ele alınabilir:

  • Duygusal Belirtiler: Depresyonda duygulanım yoğun üzüntü, umutsuzluk ve düşük pozitif duygu merkezlidir. Kaygı bozukluğunda ise duygulanım yoğun korku ve gerilim merkezlidir.
  • Davranışsal Belirtiler: Depresyonda psikomotor aktivitelerde yavaşlama, anhedoni (zevk alamama), ilgi kaybı ve özkıyım (intihar) davranışları hakimken kaygı bozukluğunda ise kaçınma davranışları, yoğun uyarılma, yüksek aktivite ve ajitasyon mevcuttur.
  • Bedensel Belirtiler: Depresyonda enerji kaybı fiziksel yorgunluk ve bedensel ağırlaşma görülürken kaygı bozukluğunda ise kalp çarpıntısı, nefes darlığı ve terleme gibi merkezi sinir sisteminde artan bedensel uyarımlar görülür.
  • Bilişsel Belirtiler: Depresyonda karamsarlık, umutsuzluk, geçmişe odaklanılmış düşünceler ve düşük öz değer algısı bulunmaktadır. Kaygı bozukluğunda ise tehlike ve tehdit algısı yüksektir. Bu nedenle felaketleştirme eğilimi ve belirsizliğe karşı tahammülsüzlük görülmektedir.

Depresyon ve kaygı bozukluğunun tedavisi için bu iki durumun ayırt edici belirtilerinin bilinmesi ve kapsamlı olarak ele alınması önemlidir. Çünkü psikopatalojik duruma ve bireye özel yaklaşım benimsenerek bireyin duygularını regüle etmesini sağlayacak, yaşam doyumunu ve işlevselliğini arttıracak müdahalelerin planlanması gerekmektedir.

Yaygın Kaygı Bozukluğu Nedir? Yaygın Kaygı Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?

Hayatta her şey yolunda gitse bile içten içe bir şeylerin ters gideceğini hissetmek, bitmeyen bir endişe döngüsünü yaşamak ve hayatın her alanına bu korkuların yayılarak devam etmesi yaygın kaygı bozukluğu olarak tanımlanmaktadır. Yaygın kaygı bozukluğu, bireyin sıradan gündelik yaşam olaylarını bile tehdit olarak algıladığı ve karamsarlık duygusunun hayata yerleştiği bir durum olarak görülmektedir. Yaygın kaygı bozukluğu olan bireyler halk arasında sıklıkla “aşırı evhamlı” olarak tanımlanmaktadır. İçgörüsü gelişmemiş olan bireyler yardım almak veya baş etme becerilerini geliştirmek yerine bu burumu normalize ederler. Bu kaygı durumunun aşırı ve yersiz olduğunu kabul etmezler. Bu nedenle hayatları üzerindeki işlevselliklerini de yitirirler.  Kaygılarının nedeni ile ilgilenmezler çünkü nedeni bilinmeyen bir şekilde endişe ve tedirginlik yaşarlar. İçgörüsü yüksek olan bireyler ise bu duyguların çoğu zaman abartılı olduğunu fark ederler. Fakat kaygı bozukluğunu kontrol altına almakta başarılı olamazlar.  Denetlenemeyen ve aşırı ölçüsüz olan kaygı teması sıklıkla sağlık, ekonomik koşullar, aile ve ilişkiler ile ilgilidir.

Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (DSM-5) yaygın kaygı bozukluğu için tanı kriterlerini şu şekilde belirtmektedir:

  • En az 6 ay sürenin çoğunda bir takım olaylarda ve etkinliklerde (okul, iş, aile ilişkileri) aşırı kaygı ve tedirginlik durumunun yaşanması,
  • Bireyin bu endişeyi kontrol etmekte güçlük çekmesi,
  • Aşağıda verilen belirtilerden en az 3’ünün en az birkaç tanesinin son 6 ay boyunca sıklıkla görülmesi:
  1. Huzursuzluk, gerginlik, sürekli heyecan duygusu
  2. Kolay yorulma
  3. Düşünceleri yoğunlaştırmada zorluk yaşama veya zihnin durmuş gibi olması
  4. İrritabilite (sinirlilik)
  5. Kas gerginliği
  6. Uyku sorunları
  • Kaygı, tedirginlik ya da fiziksel belirtilerin klinik olarak belirgin bir strese veya sosyal, iş hayatı ya da diğer alanlarda sosyal işlevselliğinin bozulmasına neden olması,
  • Bu durumun herhangi bir madde ya da tıbbi hastalığın etkisi ile açıklanamıyor olması,
  • Bu psikopatolojik durumun başka bir psikolojik durumla açıklanamıyor olması gereklidir.

Yaygın kaygı bozukluğu terapi süreci bireyin yaşamış olduğu stresli yaşam olaylarına, ihtiyaçlarına ve belirtilerine göre planlayarak oluşturulmaktadır.

Sosyal Kaygı Nedir? Sosyal Kaygı Belirtileri

Birçok insan için toplum içinde konuşmak, bir toplantıda sunum yapmak veya yeni insanlarla tanışmak gibi durumlar sıradan bir aktiviteyken sosyal kaygı bozukluğu yaşayan bireyler için derin bir korku kaynağıdır.   Sosyal kaygı bireyin başkaları tarafından değerlendirilebileceği birden fazla çeşitli durumlarda sürekli olarak aşağılanma, utanç duyma, komik duruma düşme korkusuyla yaşadığı yoğun endişe durumudur. Sosyal kaygısı olan bu bireyler olumsuz değerlendirilme korkusuyla birlikte çarpıntı, terleme, titreme, yüz kızarması, fiziksel güçsüzlük ve mide bulantısı gibi belirtiler gösterirler. Bu belirtilerin etkilerinden kaçınmak için ise sosyal ortamlardan uzak durmayı veya performans gerektiren aktivitelerden kaçınmayı tercih ederler.  Ancak bu durum bireyin yaşam kalitesini, ilişkilerini, sosyal işlevselliğini, akademik ve iş performansını önemli ölçüde olumsuz olarak etkiler.

Sosyal kaygı psikodinamik yaklaşıma göre bireyin erken dönem yaşantıları ile ilgilidir. Bireyin çocukluk döneminde yaşadığı çatışmalar ve bilinçdışı korkular bulunmaktadır. Örneğin ebeveynler tarafından aşırı eleştiriye maruz kalmak veya sevgi ve güven eksikliği hissetmek bireyin çevresinden gelen olumsuz değerlendirilmelere daha hassas olmasına neden olur. Ayrıca bireyin koşulsuz olarak kabul edilmeme veya terk edilme korkusunun bir dışavurumu olarak da sosyal kaygının gelişebileceği belirtilmektedir. Sosyal kaygı tedavisi bu çerçevede geçmiş yaşantıların travmatik etkilerini regüle edebilmek için planlanmaktadır. Davranışçı ve öğrenme kuramına göre ise sosyal kaygı bozukluğu bireyin geçmiş yaşantısında utanç veya aşağılanma gibi deneyimleri (sunum yaparken kekelemesi, arkadaşının onunla dalga geçmesi vb.) yaşaması ve gelecekteki sosyal deneyimlere koşullanması sonucunda oluşmaktadır. Birey yaşadığı olumsuz deneyimlerden kısa süreli olarak kurtulmayı öğrenir ve bu ortamlardan kaçınır. Kaçınma davranışı zamanla pekişir. Ancak bu işlevsel bir baş etme yönetimi değildir bu nedenle uzun vadede kaygının artmasına neden olur. Örneğin topluluk önünde kekelemeye başlayan ve utanç duygusu yaşayan birey bir daha aynı duyguları yaşamamak için topluluk önünde konuşma yapmaktan kaçınır. Zamanla bu durum sosyal hayattan çekilme, özgüven kaybı ve artan kaygı belirtileri ile görülür.

Sosyal kaygı tedavi sürecinde bireyin hangi ortamlarda hangi belirtileri deneyimlediği göz önüne alınarak yapılandırılır. Birey olumsuz değerlendirilme, reddedilme, değersizlik veya başarısızlık algısı gibi travmatik olayların etkisi ile sosyal kaygı yaşıyorsa EMDR terapi teknikleri uygulanabilmektedir. Sosyal kaygı terapi sürecinde beceri gelişimine odaklanmak bireyin sosyal yaşamda karşılaştığı zorlukları azaltmak için önemlidir. Örneğin birey iletişim kurmakta ve göz teması, beden dili,  jest ve mimik kullanmakta zorluk yaşıyorsa sosyal kaygı bozukluğu tedavisi davranışsal tekniklerle bu konulara odaklanmaktadır. Özellikle sosyal kaygı bozukluğunun çekingen kişilik bozukluğu veya obsesif kişilik bozukluğu ile birlikte görülen diğer klinik durumlarda sosyal kaygı ilaç tedavisi ile desteklenebilmektedir.

Kaygı Hayatı Nasıl Etkiler?

Kaygının amacı aslında bireyi stresli yaşam olayı karşısında hızlıca uyarmak, harekete geçirmek, vücudun bütünlüğünü ve dengesini korumaktır. Ancak kaygı bozukluğu bireyin duygusal, fiziksel ve bilişsel ritmini bozarak derinden etkileyebilmektedir. Çünkü kaygının odak noktası hayatı kontrol altında tutma çabasıdır. Ancak birey bu çabayı işlevsel bir şekilde gerçekleştiremediğinde zihinsel bir yük, duygusal bir dalgalanma ve fiziksel bir engel oluşturmaktadır.

Yoğun kaygı, üzüntü, korku ve utanç duyguları bireyin işlevsel olmayan otomatik düşüncelere sürükler. Bu olumsuz otomatik düşüncelere odaklanmak bireyin sosyal yaşamında dikkat dağınıklığı yaşamasına neden olur. İş ve sorumluluklarını yerine getirirken sık sık hatalar yapmasını sağlar. Örneğin iş yerinde bir sunum yapacak olan kişi sunumun ne kadar kötü geçebileceği hakkında sürekli olumsuz düşüncelerle meşgul olabilir. “Sunumu yapamayacağım.” “Sunumu yaparken kesin bir şey olacak.” veya “İşten kovulacağım ve bir daha işim olmayacak.” gibi düşünceler bireyi o an çalışması gereken sunumdan alıkoyar ve sunumun kötü geçmesine neden olur. Ayrıca kaygılı bireyler karar vermekte zorluk yaşamaktadır. Bu durum sıklıkla alışveriş yaparken gözlemlenmektedir. Bir elbise almak için alışverişe çıkan kaygılı birey onlarca mağaza gezse bile beğenmekte güçlük çeker. En sonunda bir elbiseye karar verse de bir dahaki gün onu değiştirmek ister. Yani en ufak konularda bile karar vermek kaygılı bireyler için oldukça güçtür.

Kaygılı insanların olaylara bakış biçimi genel olarak karamsardır. Sosyal yaşamında en basit olayları bile “dünyanın sonu gelmiş gibi” yaşarlar. Örneğin birey yeni bir etkinliğe katılmak istediğinde “Ya benimle alay ederlerse?”, “Ya rezil olursam?” ya da “Beni aralarına almazlarsa ve reddedilirsem.” gibi düşüncelere yoğunlaşır. Birey yargılanacağını düşünerek sosyal ortamlardan uzaklaşır. Yalnızlık duygusunu hisseder ve özgüveninin düşmesine yol açar. Bu durum sosyal kaygı bozukluğuna neden olur.  Kaygı bozukluğundaki kaçınma davranışı bireyin yalnızlık ve mutsuzluk duygusunu hafifletmek için görmezden gelmesine ve her şey yolundaymış gibi davranmasına neden olur. Örneğin ilişkisi biten birey yaşadığı kaygıyı, üzüntüyü ve yalnızlığı hafifletmek için alkol ve madde kullanımına başvurabilir; yetiştirmesi gereken bir ödevi olmasına rağmen kaygısı nedeniyle sürekli erteleme davranışı sergileyebilir; kaygının zorlayıcı etkilerini görmezden gelmek için sürekli uyku ihtiyacı duyabilir. Bireyin buradaki amacı kaygıyı yenmek değil kaygının geciktirilmesini veya uyaranların hafifletilmesini sağlamaktır.

Kaygılı bireyler derin düşünce ve isteklerini baskın, kuralcı ve eleştirel iç sesleri ile bastırırlar. Burada bir içsel çatışma söz konusudur. Bu çatışma bireyin sürekli takıntılı düşüncelerle (obsesyon) meşgul olmasına ve bu düşünceleri azaltmak amacıyla tekrar eden davranışlar (kompulsiyon) sergilemesine yol açar.  Bu durum kaygı bozukluğunun bir türü olan obsesif kompulsif bozukluk ile açıklanmaktadır. Örneğin birey evden çıkarken rahat olmak ister. Ancak zihninde sürekli “Acaba kapıyı kilitledim mi, ütünün fişini çektim mi?” düşüncesi oluşur ve defalarca kapıyı kontrol eder. Kontrol etme davranışı kısa süreli bir rahatlama sağlasa da kaygıyı tamamen çözmez hatta zamanla tekrarlamasına neden olur.

Kaygının fizyolojik etkileri ise ellerin terlemesi, nefes darlığı, mide bulantısı ve titreme gibi bedensel tepkilerle kendini görülmektedir. Bu belirtiler bireyin “Ölüyor olmalıyım.” , “Kontrolümü kaybediyorum ya da çıldırıyorum!” şeklinde düşüncelerini oluşturur. Bu düşünce ve tepkiler kaygı bozukluğunun bir türü olan panik atak ile tanımlanmaktadır. Panik ataklar yalnızca bilişsel ve duygusal değil bedensel sağlığı da etkilemektedir. Birçok kişi, yoğun kaygı ve panik atakların bir sonucu olarak mide ülseri, bağırsak spazmı, hipertansiyon, astım, cilt hastalıkları ve diğer fiziksel rahatsızlıklar geliştirebilir.

Kaygılı Birine Nasıl Yaklaşmak Doğru Olur?

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO)  2019 yılındaki verilerine göre kaygı bozuklukları dünya çapında yaygın olarak görülen psikopatolojik bir durumdur. Kaygı bozukluklarının yüksek yaygınlık oranına rağmen birçok kişi uygun tedavi hizmetine ulaşmakta güçlük çeker. Bu nedenle kaygı bozukluğu olan bireyin çevresinden destek alması önemlidir. Kaygılı bireyler çevresindeki kişilere kendilerini anlamadıkları için zaman zaman öfke ve suçlama hissi geliştirebilir. Bazen de kendi kaygılarına kapılmadıkları için güven duydukları kişilere saygı duyarlar. Ancak endişeleri, temkinli davranışları ve korkuları nedeniyle çevresindeki kişileri zorlayabilmektedirler. Bu durum kaygılı bireyin sosyal çevresinden yeterli sevgi ve desteği almasını zorlaştırabilir. Destek ve ilgi alamayan kaygılı birey zaten mücadele ettiği duygularla daha fazla uğraşmak zorunda kalabilir. Bu süreç kaygının pekişmesine neden olur. Bu yüzden kaygılı bireye doğru bir şekilde yaklaşım sergilemek, onların duygularını anlamak ve işlevsel becerileri geliştirmelerine yardımcı olmak önemlidir. Kaygılı birine yaklaşırken dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır:

  • Empatik yaklaşım sergilemek: Kaygılı bireylerin endişeleri ve korkuları her zaman büyük olaylar yüzünden değildir. Zaman zaman en basit bir kıyafeti seçiminde bile kaygılanabilirler. Bu nedenle onların kaygılarını küçümsemeden dinlemek ve duygularını yok saymamak önemlidir. “Anladığım kadarıyla şuan bir tercih yapmak seni endişelendiriyor” gibi cümleler kaygılı bireyin duygusunun anlaşıldığını gösterecektir.
  • Sabırlı olmak: Kaygılı bireyler yaygın olarak endişe, korku, tedirginlik veya üzüntü gibi duyguları yaşarlar. Sürekli bu duyguları yaşamaları bedensel semptomlarla birlikte ortaya çıktığında panik ataklarını tetikleyebilir. Bu durumda acele etmeden ve onların bu duygularını bastırmaya çalışmadan beklemek oldukça önemlidir.
  • Destekleyici iletişim kurmak: Pozitif bir dil kullanmak duygudurum bozukluklarının düzenlenmesinde oldukça önemlidir. Çünkü birey zihnindeki yanılsamalarla oldukça mücadele ettiği için kendi kaynaklarına ve güçlerine ulaşmakta güçlük çeker. Bu noktada çevresindeki kişilerin “Bu durumun üstesinden gelebileceğini biliyorum.” ya da “Ben yanındayım, beraber halledebiliriz” gibi cümleleri kaygılı bireyi güvenli hissetmesine yardımcı olacaktır. Ancak burada önemli olan kaygılı bireye sürekli çözüm önerileri sunmamaktır. Çünkü bazı durumlarda kaygılı bireyler karşısındaki kişinin çözüm yollarına değil desteğine ihtiyaç duyarlar. Örneğin “Bu konuda benimle konuşmak ve duygularını paylaşmak ister misin?” gibi cümleler daha pragmatik bir yaklaşımdır.
  • Fiziksel ve duygusal destek sağlamak: Kaygılı bireyin kriz anlarında sakinleşmesini beklerken nefes egzersizleri uygulamak ve gevşeme teknikleri ile destek olmak onlara iyi gelecektir. Özellikle birlikte yürüyüş yapmak, bir şeyler izlemek ve aktivitelere katılmak onların yalnızlık ve endişe duygularını hafifletmesine yardımcı olacaktır. Özellikle panik atak geçirerek bayılma, titreme ve baş dönmesi gibi belirtiler gösteren kaygılı bireyin “şu ana” geri dönebilmesi ve sakinleşebilmesi için nefes egzersizlerini birlikte uygulamak oldukça yararlıdır.
  • Kaçınma davranışlarına karşı koymak: Kaygılı birey stresli durumlar karşısında kaçınma durumlarını tercih edebilir. Örneğin özgül fobisi olan ve kediden korkan bireyin kedili ortamlardan kaçınması, yaygın kaygı bozukluğu olan ve sınav kaygısı yüzünden ders çalışmayı ertelemesi, OKB yaşayan ve kirli hissettiği her an elini yıkayan bireyin bu ortamlara girmekten kaçınması gibi. Bu kaçınmalar kaygıyı pekiştireceği için zaman zaman onlara baskı kurmadan küçük adımlarla kaygı duyduğu konularda yüzleştirme yapılabilir.
  • Psikolojik destek ve uzman yardımı almak: Eğer kaygı bozukluğu bireyin hem kendisine hem de çevresindekileri zarar verici bir şekilde etkiliyor ve sosyal işlevselliğini önemli ölçüde bozuyorsa psikoterapi desteği ile kaygı bozuklukları tedavisi uygulanmalıdır. Bu süreçte kaygı tedavisi ilaç veya ilaçsız terapi ile desteklenebilir. Bireyin terapi alma motivasyonunu arttırmak için teşvik edici yaklaşımlarda bulunulması önemlidir.

Kaygıdan “Kurtulmak” Mümkün Müdür?

Kaygı insan olmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Bireyin hayatta kalması için gerekli alarm sistemini oluşturur. Ancak bu alarm her an çalarsa bireyi yorar ve kaygıyı yönetilemez hale getirir. Bu nedenle kaygıdan tamamen kurtulmak yerine kaygıyı işlevsel hale getirerek uyumlu şekilde çalışmasını sağlamak önemlidir. Öyleyse bu durumda akıllara gelen soru “Kaygı tedavisi mümkün mü?” olmalıdır. Evet, kaygı psikoterapisi ilaçlı veya ilaçsız kaygı tedavisi ile baş edilebilir düzeye getirilmektedir. Terapi süreçlerinde sıklıkla Bilişsel Davranışçı Terapi, EMDR Terapi, kas gevşeme teknikleri, nefes egzersizleri, psikofarmakoloji, yaşam tarzı değişiklikleri ve sosyal destek grupları tercih edilmektedir.

Terapide Kaygı Nasıl Ele Alınır?

Bireyin yaşadığı kaygı türüne, belirtilerine ve ihtiyaçlarına göre terapi teknikleri belirlenmektedir. Psikoterapide kaygı bozukluğunun temelinde yatan düşünce kalıpları, duygusal süreçleri ve davranışsal alışkanlıkları ele alınmaktadır. Bilişsel Davranışçı Terapi kaygı bozuklukları tedavisinde kullanılan etkili terapi ekollerinden biridir ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu terapi yaklaşımı bireyin sürekli tekrarlanan endişe döngüsünün kırılmasını, gerçekçi olmayan düşüncelerinin fark etmesini ve daha işlevsel düşünce kalıplarının geliştirilmesini sağlar.

BDT ile kaygı bozukluğu tedavisi birkaç adım ile yürütülmektedir. İlk adımda bireyin otomatik düşünceleri tespit edilir. Örneğin panik atak geçiren birey “Ölüyorum, kalp krizi geçiriyorum.” şeklinde felaketleştirme yapabilmektedir. BDT ise bu düşüncelerin aslında bedensel belirtilerden ortaya çıktığını ve hayati bir risk yaratmadığını fark ettirir. Sosyal fobisi olan birey “Beni beğenmeyecekler ve rezil olacağım.” gibi düşüncelerle sosyal başarısızlık korkusu yaşar. Birey bu düşünceleri terapi sürecinde sorgular ve alternatif düşünceler geliştirilir. Agorafobisi olan birey bilmediği ya da güven duymadığı her yerden korkar ve “Burada başıma bir şey gelse kimse bana ulaşamaz.” şeklinde düşünür. BDT ise bu süreçte bireyin baş etme becerilerinin gelişimini sağlar.

İkinci adımda ise davranışsal müdahaleler ve maruz bırakma teknikleri uygulanır. Kaygı bozukluğu yaşayan bireyin duygularının temelinde sıklıkla korku ve güven eksikliği yatmaktadır. Bu korkudan kaçınmak kaygının kronik kronikleşmesine neden olmaktadır. Bu nedenle bu aşamada bireyin korktuğu ve endişe duyduğu durumlara kontrollü bir şekilde maruz kalınır. Maruz bırakma tekniği özgül fobi ve obsesif kompulsif bozukluk tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Örneğin kediden korkan birey terapi sürecinde adım adım ilerleyerek ilk önce kedi resimleri, sonra kedi sesleri ardından uzaktan kediyi gözlemleme ve son olarak kedi ile aynı ortamda bulunma şeklinde maruz bırakma tekniği uygulanır. Obsesif kompulsif bozukluğu olan ve her saatte bir elini 10 kez yıkama gereksinimi duyan birey yavaş yavaş bu süreyi uzatması ardından yıkama sayısını azaltması için bu duruma maruz bırakılır.  Maruz bırakma tekniği bu sayede bireyin kaçındığı mekanlara ve durumlara güvenli bir şekilde yüzleştirme sağlar.

BDT ile kaygı bozukluğu tedavisinde son adım ise duygu düzenleme ve problem çözme becerilerinin geliştirilmesidir.  Bireyin kaygı ile başa çıkabilmesi ve anda kalmasını sağlayabilmek için gevşeme teknikleri ve nefes egzersizleri uygulanmaktadır. Sonuç olarak BDT yalnızca kaygı belirtilerine değil kaygıyı tetikleyen temel inançlara odaklanarak bireyin kaygıya olan bakış açısını değiştirir ve güvenli alan sağlar.

Kaygı bozukluğu tedavisinde EMDR (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) terapi de yaygın olarak kullanılan terapi tekniklerinden biridir. Özellikle kaygı bozukluğunun bir alt türü olan travma sonrası stres bozukluğu tedavisinde tercih edilmektedir. TSSB’li bireyler önceden yaşamış oldukları travmatik olaylarla ilişkili anılar nedeniyle sıklıkla yoğun kaygı ve korku yaşarlar. Örneğin trafik kazası sonrası birey her arabaya bindiğinde panik atak geçirebilir. EMDR terapisi bireyin bu travmatik anıya odaklanmasını ve göz hareketleri veya farklı çift yönlü uyarımlarla anının yeniden işlenmesi sağlamaktadır. Bu sayede bireyin “Ben güvende değilim.” gibi travmaya bağlı olumsuz inançlarını “Bu olay geçmişte kaldı ve ben şuanda güvendeyim.” şeklinde daha işlevsel ve uyumlu inançlarla değiştirir. Kaygısını tetikleyen durumlara karşı daha dengeli tepkiler geliştirerek travmanın etkisini azaltır.

Kaygı tedavi süresi ve görüşme sıklığı kullanılan terapi ekolüne ve bireyin psikolojik ve duygusal ihtiyaçlarına bağlıdır. Örneğin yüksek işlevli kaygı bozukluğu tedavisi daha uzun ve yoğun sürebilirken günlük yaşam olaylarının ortaya çıkardığı kaygı tedavisi ise daha kısa sürebilmektedir.

Kaygı Bozukluğu İlaçsız Tedavi Edilebilir Mi?

Kaygı bozukluğu ilaç kullanılmadan da tedavi edilebilir. Ancak kaygı bozukluğunun ilaçsız tedavisi bireyin belirtilerinin şiddetine, sürekliliğine ve sosyal hayattaki işlevselliğine bağlıdır. Kaygı ilaçsız tedavi edilirse terapi sıklığı ve süresi de uzayabilmektedir.  Kaygı tedavisi ilaçsız olarak yürütebilmesi için özelleştirilmiş tedavi planı hazırlanması gerekmektedir. Kaygı ilaç tedavisi ile yürütülüyorsa hem psikiyatristin farmakolojik desteği hem de psikoloğun terapi desteği sağaltım sürecini hızlandırmaktadır.

Kaygı bozukluğu tedavisi ilaçları biyolojik temelli kaygı belirtilerini azaltmak ve yaşam doyumunu arttırmak amacıyla kullanılmaktadır. Bu ilaçların amacı beynin nörokimyasal dengesinin düzenleyerek kaygıya neden olan aşırı sinirsel aktiviteleri azaltmaktır. Kaygı tedavisi ilaçları serotonin, dopamin ve nöradrenalin gibi nörostransmitelerin işleyişini düzenlemektedir. Kaygı bozukluğu ilaçları genellikle psikoterapi ile eş zamanlı uygulandığında daha etkili sonuç vermektedir.

KAYNAKÇA

  • Amerikan Psikiyatri Birliği. (2014). Mental bozuklukların tanısal ve istatistiksel el kitabı (5. baskı, Çev. M. Şahin, S. İmamoğlu, & F. Akdemir). Hekimler Yayın Birliği.
  • Türkçapar, H. (2004).  Klinik Psikiyatri, 7(80), 12-16. https://doi.org/
  • Uzbay, T. (2004). Anksiyete ve Depresyonun Nörobiyolojisi. Klinik Psikiyatri. 7(80), 3-11. https://doi.org/.
  • Kafes, A. Y. (2021). Depresyon ve anksiyete bozuklukları üzerine bir bakış. Humanistic Perspective. 3 (1), 186-194. https://doi.org/10.47793/hp.867111
  • Özen DŞ, Temizsu E. Anksiyete ve Depresif Bozukluklarda Örtüşen ve Ayrışan Belirtiler. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar. Mart 2010;2(1):1-14.
  • Özakkaş, T. (2014). Anksiyete Bozuklukları ve Tedavisi. Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları.
  • Geçtan, E. (2007). İnsan olmak (27. baskı). Metis Yayınları.
  • World Health Organization. (2023). Anxiety disorders. https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/anxiety-disorders

Şahika İzgi

Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden onur derecesi ile mezun olduktan sonra burslu olarak başladığı FMV Işık Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisansını tamamlamıştır.

Tüm Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: